26 Aralık 2012 Çarşamba

Sanallaştırma Nedir? Nasıl Çalışır?


Sanallaştırma, makineyi daha verimli kullanmak vb amaçlar için sanal makineler(virtual machines) aracılığıyla fiziksel kaynağı parçalara bölüp kullanma yöntemidir. Sanal makinelerin ilk kez tanımını yapan Popek ve Golberg’e göre sanal makine “gerçek makinenin etkili, soyutlanmış bir kopyasıydı”.  Yani sanal makine bilgisayar içinde çalışan bir bilgisayardır diyebiliriz ancak bu sanal makinenin donanımı da sanaldır.
Üzerinde sanallaştırma olmayan bir kullanıcıya veya kurumsal ölçekli olarak kullanılan bir sunucuya ait performans, herhangi bir performans ölçüm programı (Windows işletim sisteminde Görev Yönetici) ile incelendiğinde İŞLEMCİ ve FİZİKSEL BELLEK kullanımının çoğunlukla düşük seviyelerde kaldığı görülmektedir. Bilgisayarda bir iş yapıldığında bu değerler kısa bir süreliğine artmakta ancak iş bittiğinde tekrar eski düşük seviyelerine dönmektedir. Burada şu soru sorulabilir; acaba bilgisayarlara ait fiziksel kaynakların atıl kalmayacağı bir havuz sistemi oluşturulsa ve fiziksel kaynağa ihtiyaç duyan bir işlem yapıldığında işletim sistemi kaynağını bu havuzdan alıp işi bittiğinde tekrar serbest bıraksa mevcut kaynakların bilgisayarlar üzerinde gereksiz yere (işlem yapılmayan zamanlarda) tutulmasının önüne geçilmesi nasıl sağlanır? İşte bu sorunun cevabıdır “Sanallaştırma”.
IBM firmasının 1970’li yıllarda ana bilgisayarlarının (mainframe) mimarisinden kaynaklanan engelleri aşmak ve maliyetleri düşürmek için yaptığı çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Daha sonra İntel ve AMD işlemcilerine sanallaştırma için gerekli ayarlamaları yaptı. Bu sayede daha cazip olan sanallaştırma işlemi büyük firmalar tarafından kullanılmaya başlandı.
Günümüzde belirgin olarak iki farklı sanallaştırma mimarisi kullanılmaktadır. Bunlar yazılımsal sanallaştırma ve donanımsal sanallaştırmadır.
Yazılımsal sanallaştırmada sanal makine bir işletim sistemi üzerine kurulur ve orada farklı bir katman gibi ev sahibi(host) işletim sisteminden bağımsız olarak çalışır. Bu yöntemin en büyük dezavantajı fiziksel kaynak ideal bir şekilde kullanılamadığından performansının düşük olmasıdır. Bu mimari genelde basit test ortamlarında kullanılır. Bu mimariyi kullanan sanal makine programları VMware Server, VMware Workstation, Microsoft Virtual PC, Microsof Virtual Server.  Yazılımsal sanallaştırma mimarisi aşağıdaki şekile bakılırsa daha iyi anlaşılabilir.

Sanal makine yöneticinizin desteklemesine göre istediğiniz işletim sistemini çalıştırabilirsiniz.
Donanımsal sanallaştırma mimarisinde ise sanal makine yöneticisi doğrudan donanım üzerine yerleşir yani aradaki ev sahibi(host) işletim sistemi olmaz. Bu mimarinin en büyük avantajı fiziksel kaynakları doğrudan kullandığı için daha verimli çalışır ve performansı yüksektir. Kapsamlı test ortamlarında bu mimari kullanılır. Microsoft Hyper-V, VMware vSphere ESX/ESXi ve Citrix Xen Server sanal makine programları bu mimariyi kullanırlar. Donanımsal sanallaştırma mimarisi aşağıdaki resimde gösterilmiştir.




Sanal Sistemlerin Sanal olmayan Sistemlere göre Avantajları ve Dezavantajları nelerdir?
Sanal sistemlerin gerçek sistemlere göre çok fazla avantajları vardır. İlk olarak tekil kullanıcılar için ne gibi avantajları var ona bakalım. Sanallaştırma tekniği sayesinde bilgisayarlarda aynı anda farklı işletim sistemi çalıştırabiliriz. Örneğin, Linux işletim sistemi(İS) kurulu bir bilgisayarda sanal makine sayesinde Windows İS ya da başka bir işletim sistemi çalıştırabiliriz. Bunun ne gibi avantajı olur? Linux İS’ de çalıştıramayacağımız programı sanal makine de çalıştırıp kullanabiliriz.  Bunun tam tersi de geçerlidir. Yani Windows İS kurulmuş olan bir bilgisayarda, sanal makine sayesinde Linux İS kurup çalıştırabiliriz. Sanal makinelere sayesinde bilgisayarımızı küçük bir laboratuara çevirip çalışmalar yapabiliriz. 
İnternette gezinirken sanal makineler güvende olmamızı sağlar. Özellikle Windows İS kullanıcılarını bilgisayarlarına internette gezerken virüs bulaşma ihtimali yüksek olduğu için sanal makine kullanmak gerçek sistemlerinin korunmasına yardımcı olur. Sanal makine kullanmanın bir diğer artısı ise şüphe duyduğumuz programları deneyip kontrol etme olanağı sağlar.
Günümüzde işletim sistemlerinin yönetimi için bilgisayarın yanına gitmeden, uzaktan erişim protokolleri (Uzak Masaüstü, SSH, X-Server Sistemler…) ile erişim sağlanabilir ve bu sayede işletim sistemlerine ihtiyaç duyacağı kadar kaynak tahsis edilebilir. Örneğin Test-Geliştirme amaçlı işletim sistemine maksimum 6GB RAM ve 2 CPU’ya kadar kullanım hakkı verilirken, Web Sunucu olarak kullanılacak işletim sistemine 20GB RAM ve 4 CPU’ya kadar kullanım hakkı verilerek ihtiyaca uygun, esnek performans ataması yapılabilir. Zaman içinde ihtiyaçların değişmesi ile fiziksel hiçbir müdahale gerektirmeden sanallaştırma yönetimi yazılımı aracılığıyla kaynak kullanımı oranları değiştirilebilir. Örneğin Web Sunucu için RAM yetersiz olmaya başladığı anda diğer sistemlere tahsis edilen maksimum kullanılabilecek RAM miktarı düşürülerek veya hazırda bekletilen RAM kaynağından Web Sunucuya tahsis edilerek Web Sunucusuna ait performans arttırılabilir. Bu yöntem aracılığıyla birden fazla sunucu yerine tek bir sunucu temin edilerek bakım maliyeti, kullanılan elektrik tüketimini düşer. Buna ilaveten tahsis edilen fiziki alanın küçültülmesi ve kablo karmaşasının azaltılması gibi birçok avantaj sağlanabilir.
Sanal sistemlerin görüldüğü üzere her ölçekteki kurumlar için de büyük avantajları vardır. Sanal sistemler sayesinde kurumlar büyük ve bir o kadar karmaşık olan sistem odalarından kurtuluyorlar. Bunun yanında bu sistem odalarının soğutma maliyeti de düşüyor ve doğal olarak elektrik tüketim maliyetleri de düşüyor.
Bir sistem odasında bir sürü fiziksel sunucu kullanmak yerine sanal sunucular kurmak her açıdan daha kullanışlıdır. Bir arıza çıktığında sorunu çözmek sanal sunucularda daha kolaydır. Buna ilaveten sanal sistemlerin yedeklenmesi ve tekrar kurulması kolay olduğu için bir sorun olduğunda ya da sistem çöktüğünde yeni sistemi kurmak çok kolay ve hızlıdır. Sanal sistemler donanım özelliklerini düzenlemek adına da kolaylıklar sağlar.
Sanal sunucu kullanmak firmalara tek merkezden yönetim olanağı sağlar. Aynı zamanda lisans ücretlerinden de kar ederler. Özetlemek gerekirse sanal sistemleri kullanmak hem kişilere hem de kurumlara çok ciddi avantajlar sağlıyor.

Sanallaştırma alanında dikkat çeken belli başlı ürünler hangileridir? Piyasadaki penetrasyon oranları nedir? Ürünlerin birbirlerine göre avantaj ve dezavantajları nelerdir? Türkiye’de hangi ürünler bulunabilmektedir? Hangi ürün tercih edilmelidir.
Sanallaştırmanın avantajlarından bahsettikten sonra şimdi de bu alanda hangi ürünler var onlarda bahsedelim. Piyasa da dikkat çeken ürünlerden bazıları şunlar; VirtualBox(Windows/Linux/Mac, free), Parallels(Windows/Linux/Mac, $79.99), VMware(Windows/Linux, Basic:Free, Premium:$189), QEMU(Linux, Free), Windows Virtual PC(Windows, Free).
Bu yazıda en fazla kullanılan Vmware ve VirtualBox sanal makinelerinden bahsedeceğiz. VMware firmasının hem kişilere yönelik ücretsiz sanal makinesi VMware player vardır hem de kurumlara yönelik daha gelişmiş VMware Workstation sanal makinesi vardır. Bunlara ilaveten daha özelleşmiş farklı ürünleri vardır. Masaüstü ve sunucu/iş istasyonu olarak kullanılabilen VMware Workstation ve GSX ürünleri bir işletim sistemi üzerinde çalışır yani yazılımsal sanallaştırma mimarisi kullanır. Buna karşılık ESX ürünü donanımsal sanallaştırma mimarisin kullanır. VMware sanal makinelerinin üzerinde kurulu işletim sistemlerine sanal sürücüler sağlaması güzel bir avantajdır.
Oracle firmasının geliştirmekte olduğu VirtualBox sanal makinesi masaüstü sanallaştırması için geliştirilmiş ücretsiz güzel bir üründür. İşletim sistemi üzerinde çalışır yani yazılımsal sanallaştırma mimarisi kullanılmıştır. Windows, Linux, Mac ve Solaris işletim sistemleri üzerinde çalışabilen bir sanal makine olması kullanabilirlik adına bir avantajdır.  Açık kodlu bir ürün olması sebebiyle ihtiyaca göre geliştirilebilir. Bu nedenle JAVA gibi platformdan bağımsız, işletim sistemi bağımlı bir üründür.

05.09.2012
Recep Özbay




Referanslar

Hangi işletim sistemi daha güvenli? Windows mu Linux mu?


İşletim sistemleri yazılımcılar tarafından tasarlanan sistemlerdir. “Hatasız kul olmaz.” kaidesi onlar için de geçerlidir. O zaman diyebiliriz ki hatasız işletim sistemi olmaz. Hiç kimse çalışan bir işletim sisteminin yüzde yüz güvenli olduğunu iddia edemez.
İlk olarak inceleyeceğimiz iki işletim sisteminin dünyadaki kullanım oranlarına bakalım. Dünyanın genelinde işletim sistemi kullanım oranına bakarsak, %90-93 lük bir kısmı Windows işletim sistemi kullanırken %0,5-1,0 lik bir kitle Linux işletim sistemini tercih ediyor.( http://statcounter.com/’daki verilere göre) Bunun yanında her geçen gün Linux kullanıcı sayısının arttığını belirtmek gerekir.
Windows işletim sistemi kullanıcısının çok olması kötü niyetli kişilerin ilgisini Windows’taki açıklıklara yöneltiyor. Buna ilaveten Windows’un ücretli olması da korsanların dikkatini çeken diğer bir neden. Durum böyle olunca Windows için yazılan virüslerin, solucan vb kötü niyetli yazılımların sayısı oldukça fazla oluyor, bu da güvenlik riskini artırıyor.
Windows’u güvensiz kılan bir diğer etkende Windows ve yüklediğimiz programlar sistem dosyalarına kolayca erişebilir ve bunları değiştirebilir çünkü Windows işletim sistemi bu yetkiyi veriyor. Sistem dosyalarında yapılan değişikler ya da onları silmek işletim sisteminizin ciddi zarar görmesine ya da göçmesine neden olur. Olaya birde yayılma açısından bakarsak Windows’ta işlerin daha da kötüye gittiğini görebiliriz. Windows işletim sistemimizi ele geçiren bir bilgisayar korsanı ağımızdaki diğer bilgisayarlara da sızabilir ve ya arkadaşlarımızın bilgisayarlarına da e-posta yoluyla bulaşabilir ve onlara da aynı zararları verebilir.
Microsoft firmasının ekonomik ve teknik destek gücü ve ya onlar için anti-virüs programı yazan büyük firmalar bu işletim sisteminin güvenliği için uğraşıyor. Yani Windows’un güvenliği için ciddi bir destek veriliyor. Windows için güvenlik duvarları vb koruma yöntemleri geliştiriliyor ama tüm desteğe ve güvenlik önlemlerine rağmen bilgisayar korsanlarını tamamen durdurmak mümkün olmuyor her geçen gün yeni açıklıklar buluyorlar.
Linux’a bakacak olursak kullanıcı kitlesinin az olmasından dolayı kötü niyetli kişilerin çok fazla ilgilenmemesi şimdilik bir artı olarak görülebilir. Ama son yıllardaki Linux kullanıcısının artmasından dolayı onun için de virüsler yazılmaya başlandığını söyleyebiliriz.
Linux’u güvenli kılan önemli etken kullanıcı sayısının az olmasından ziyade yönetici yetkisi olmadan gizli bir iş yapılamaz sistem dosyalarına zarar verilemez ya da bir program kurulamaz olmasıdır. Dahası eğer birisi bizim şifremizi(yönetici şifresi ile her şey yapılabilir) ele geçirmiş olsa bile sadece bize zarar verebilir ama çevremizdekilere zarar vermek için yayılamaz.  Ayrıca dosya ve klasör izin sisteminin Linux işletim sisteminde kullanıcı/grup temelli olarak okuma/yazma/çalıştır gibi çeşitli türde yetki verilebilir. Bu yönden Linux’un daha güvenli olduğunu savunabiliriz.
Windows işletim sistemi ve onun için yazılan programlar kapalı koddur,  ancak Linux ise bunun aksine açık koddur.  Yani Linux’ta neler olup bittiğini görebiliriz ama Windows kapalı kutu olduğu için içerde neler yapıldığını bilmiyoruz. Linux’un şeffaf olması güvenlik adına bir artıdır çünkü kimse Windows’un arka planda bizi takip etmediğini yaptıklarımızı kayıt altına almadığını iddia edemez.
Linux’un özgür bir yazılım olması arkasında bir patron olmaması onun sahipsiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine Linux’un arkasında on binlerce gönüllü olan uzman, amatör bir sürü yazılımcı var, hatta destekleyen bir sürü ciddi firmalarda var. Bu yüzden bir sürü insan açık kodlu bu sistemi inceleyebiliyor gelişmesine yardım ediyor. Daha fazla göz daha fazla hata görür, bu yüzden de Linux’ta açıklık daha az diyebiliriz.
Linux güvenlik adına bir artıyı da program depolarından dolayı kazanıyor. Eğer bir program indireceğimiz zaman bu depolardaki programcılar tarafından kontrol edilmiş programları indirirsek virüs bulaşma tehlikesinden korunmuş oluruz. Windows’ta ise herhangi bir siteden program indirme olanağı var. Bu nedenle programı indirirken ya da kurarken sisteme virüs bulaştırma ihtimali çok daha yüksektir.

03.09.2012
Recep Özbay
Kaynaklar

Facebook’da bir üyeyi bekleyen bilgi güvenliği ve mahremiyeti (information security and privacy) tehlikeleri neler olabilir?


Yaklaşık 955 milyon üyesi olan Facebook’un kullanıcılarının birçoğu karşılarındaki bilgi güvenliği ve mahremiyeti tehlikelerinden habersiz. Bu yazıyı yazmamızın amacı Facebook kullanıcılarını bu tehlikelerden haberdar etmek ve önlem almalarını sağlamak.

Facebook kullanıcılarını bekleyen tehlikeleri kullanıcılardan kaynaklanan tehditler ve Facebook’taki teknik açıklıklardan kaynaklanan sorunlar olarak iki başlık altında inceleyebiliriz.

 İlk olarak sorunların önemli bir kısmını oluşturan bilinçsiz kullanıcılardan bahsedelim ve başlarına gelebilecek ya da sebep olabilecekleri tehlikelere bakalım. Bilinçsiz kullanıcıların hiç düşünmeden kendileri hakkında paylaştıkları bilgiler ve arkadaşları bilinçli kullanıcı olsa dahi onlar hakkında paylaştıkları bilgiler sosyal mühendislik yapacak dolandırıcılar için çok güzel bir bilgi havuzudur. Ortamdan gerekli bilgiyi toplayan hırsızlar kişilere özel tuzaklar hazırlıyor ve onlar hakkında bilgi sahibi oldukları içinde o bilgiler sayesinde kurbanlarını ikna edip dolandırıyorlar. Facebook kullanıcıları bu kötü niyetli kişilere fırsat vermemek için gizlilik ayarlarını çok iyi yapmalılar ve çok iyi tanımadıkları kişileri arkadaş sayısını artırma adına eklememelidirler. Bundan başka kişinin paylaştığı siyasi/ideolojik güncellemeler hayatının ilerleyen zamanlarında iş başvurusu vb durumlarda aleyhinde kullanılabilir.

Facebook’un yeni uygulamalarından biri olan “Abone Ol” düğmesi sayesinde arkadaşı olmadığınız kişilerin de güncellemelerini de takip edebilirsiniz ya da birileri sizin güncellemelerinizi takip edebilir. Bu yüzden kişisel bilgilerinizi paylaşırken bilginin özel olmasına göre paylaşımı görebilecek kitleyi sınırlandırmanız gerekmektedir aksi takdirde size özel olan bilgileri arkadaşlarınız dışındaki kişilere yani abonelerinize açmış olursunuz.

Facebook kullanıcıları gizlilik ayarlarını yaptıkları için kendilerini güven içinde hissedebilirler ki bir nebze de olsa doğru sayılır fakat site üzerinde çalışan uygulamaları kullananlar hariç! Çünkü uygulamaları çalıştırmadan önce bizden istenen onaylarda birçok şeye izin veriyoruz. Örneğin arkadaş listemize, kişisel bilgilerimize vb bir sürü hesap bilgilerimize ulaşmalarına, bizim adımıza başkalarının duvarlarında paylaşımda bulunmalarına izin veriyoruz ve bu izinler sayesinde bilgi mahremiyeti tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Yukarıda örneğini gördüğümüz gibi diğer uygulamaların hepsinde bazı izinler veriyoruz ve bu izinler de güvenlik açığı oluşmasına sebep oluyor.
Facebook’taki bir diğer sorun ise “Beğen” hırsızlığı yani “Like” jacking. Bu aldatmaca sahte(fake) videoların ve fotoğrafların altına ya da bilindik sitelere yerleştirilen  “Beğen” butonlarıyla yapılıyor. Siz hoşunuza giden bir videoyu beğenmek için tıkladığınızda gerçekte arka planda saklı olan link çalışıyor ve sizin isteğiniz ve bilginiz dışında başka bir işlem gerçekleşiyor. İşin daha da kötü tarafı beğendiğinizi düşündüğünüz video ya da resmin duvarınızda paylaşılması sonucu arkadaşlarınız ve onların arkadaşları arasında hızla yayılmasını sağlıyor. Facebook’un “Beğen” butonunu istediğiniz yerde kullanmanıza izin vermesi de bu tehlikeyi artırıyor.
Facebook üyelerinin bilinçsiz kullanımı ya da farkında olmadan likejacking vb yöntemlerle avlanması dışında birde Facebook’taki teknik açıklıklardan kaynaklanan bilgi mahremiyeti tehlikeleri de var. Bu açıklıklar sayesinde kişilerin hesap bilgileri ele geçirilebiliyor ya da arkadaşı olmayan kişiler fotoğraflarına ulaşabiliyor. Bu güvenlik açıklıkları ortaya çıktıktan sonra Facebook tarafında kapatılıyor ama iş işten geçmiş oluyor ki zaten bu son açıklık olmuyor zaman içinde yeni bir gizli giriş kapısı bulunuyor. 

Üyeleri bekleyen diğer bir tehlike de kimlik hırsızlığı saldırısı(pnishing) yöntemi. Kullanıcılara facebook chat programı üzerinden içinde hileli URL bulunan bir mesaj gönderiliyor ve linki tıklayan kullanıcını karşısına iframe içindeki saklı giriş formu çıkıyor. Bu yöntemle bir sürü kullanıcının bilgileri ele geçirilmiştir.
Özetlemek gerekirse facebook üyeleri gelecek günlerde bilgi mahremiyeti sorunu yaşamak istemiyorlarsa çok özel bilgilerini resimlerini vs facebook vb sanal ortamlarda paylaşmamaları gerekmektedir. Paylaştıkları güncellemeleri de kimlerin görebileceği konusunda dikkatli ve hassas olmalıdırlar.

01.09.2012
 Recep Özbay
 Kaynaklar

Bilgi Güvenliğiniz İçin Bu Siteyi Takip Edin..

http://www.bilgiguvenligi.gov.tr/